Kingdoms of Amalur Re-Reckoning – İnceleme
Kingdoms of Amalur: Reckoning, ilk tanışmamızın üzerinden 8 sene geçtikten sonra Re-Reckoning ismindeki remaster ile bir kez daha saatlerimizi çalmaya geldi. Şimdi değişik bir şey yapalım, önce bu oyunla ilk kez tanışacak olan okurlarımız için oyunu güzelce övelim, sonra da zamanında Kingdom of Amalur oynamış ve remasterı merak edenler için azıcık gömelim. Bu incelememizde bir değişiklik daha var, o da üç kişinin elinden çıkıyor olması. Ana inceleme Can’a ait, remaster yorumları bana, üstüne bir de İpek’ten ikinci görüş aldık. Hepimiz oyuna saatlerimizi gömdüğümüzden böylesi güzel olur diye düşündüm. Dilerseniz sözü fazla uzatmadan incelememize başlayalım. – Eser
Şimdi eğri oturalım doğru konuşalım, biz buralarda RYO sosuna aksiyon karıştırılmasını pek de sevmeyiz. Özellikle de üzerimizden etkisini hala atamadığımız Dragon Age 2 felaketinde de gördüğümüz üzere işin Aksiyon kısmı, RYO kısmıyla çok da uğraşmamak için olaya dahil edilmiş bir göz boyamadan öteye gidemez genelde.
Kingdoms of Amalur: Reckoning’e tek kaşımız havada bakmamızın asıl sebebi de buydu başta. Ama oyunun yapımında emeği geçen ekibe baktıkça şüphelerim yerini “yok, yok, olacak bu oyun. Şeytanın bacağını kıracaklar” düşüncesine bıraktı. Adamlar öyle bir yıldızlar takımı toplamış ki zaten, şeytanın değil bacağını, kafasını gözünü kırabilecek potansiyele sahipler. En sevdiğim çizgi roman çizerlerinden biri olan Todd McFarlane (Türkiye’de 1996’da yayınlanan Spider-Man serisini ya da tamamen McFarlane’ın kendi dehasının ürünü olan Spawn’ı hatırlayan?) firmanın sanat yönetmenliği koltuğuna otururken, kedimin ismine esin kaynağı olan, Drizzt Do’Urden’in maceralarının yaratıcısı favori fantezi kurgu yazarlarım arasında bulunan R.A. Salvatore ise İçerik ve Hikâye geliştirilmesinden sorumlu yönetmen rolünü üstlenmiş. Bu ikiliye bir de Morrowind ve Oblivion’da baş tasarımcı olan Ken Rolston eklendiğinde rüya takımı tamamlanmış.
Oyunun mayasını hazırlarken yapılan seçimler gerçekten enteresan ve alışılmışın dışında olmuş. Savaş sisteminde bolca God of War ve Devil May Cry esintisi varken, rol yapma kısımları ise Dragon Age (ikincisi gibi değil ama!) ve The Elder Scrolls gibi serilerden öğeler taşıyor. Bu karışımın üzerine açık uçlu ve gez gez bitmeyen boyutlardaki devasa haritayı eklediğimizde, karşımızda son zamanlarda çıkmış en iyi aksiyon – RYO melezi duruyor.
Ama durun, bu sistemin tam olarak nasıl işlediğini biraz daha açayım: Kılıç, çekiç, Faeblade ya da artık tercihiniz her neyse onu seçtiğinizi ve rakibinize saldırdığınızı varsayalım. Standart bir “tıktıktık” moduyla çılgıncasına fareye tıklayarak girdiğiniz savaşlardan sağlam çıkmanız bir hayli düşük ihtimal.Özellikle de zor seviyede oynuyorsanız… Ama önce tek bir fare tıklamasıyla başlıyorsunuz diyelim, *tık*, karakteriniz silahını savuruyor, sonra biraz duraksayıp tekrar tıklıyorsunuz, *tık*, okkalı bir şekilde geçiriyorsunuz silahınızı karşınızdaki düşmanın kafasına! Sonra hızlı bir şekilde iki tık takip ediyor bunu, *tıktık*, ve iki seri hamle daha yapıyorsunuz o sırada. Sağ tuşa tıklarsanız o an alttaki barda seçili olan özel yeteneği kullanıyorsunuz bir de üstüne. Aynı God of War oynarmışcasına kontrollü bir şekilde geliştirdiğiniz, birbirine bağladığınız ataklar ve kombolarla rakibi havaya fırlattıktan sonra, bu sefer de Q’ya basarak ikincil silahınıza anında geçiş yapıyor ve hiç durmadan havadaki hedefinizi oklamaya başlıyorsunuz. İşte o noktada da God of War’un yanında, Devil May Cry ile de benzeştiğini farkediyorsunuz savaş sisteminin.
“Bu kadar basit mi yani? Bu mu oyunun öve öve bitirilemeyen dövüş sistemi?” Evet, bu. İşin asıl sırrı da bu basit ama tıkır tıkır işleyen sistemde yatıyor zaten. O kadar çok yeteneği, o kadar çok saldırı ve taktikle birlikte hiç zorlanmadan kullanabiliyorsunuz ki oyunun dövüş sistemi sürekli taze, kendini tekrar etmekten uzak kalıyor. Üstelik her düşmana öyle kafadan dalmak da işe yaramadığından bazen akıllıca davranarak tuzak kurmanız ya da gizlice saldırmanız gerekebiliyor. Finesse ağırlıklı oynadığımdan en çok kullandığım ve hoşuma giden taktiklerden biri düz şekilde daldığımda beni lime lime eden bir grup Niskaru’yu Gambit’le yere attığım tuzaklara çektikten sonra ayrı düşürerek tek tek indirmekti mesela.
Zaten oyun da bir yerde size sürekli aynı saldırıyı yüz kere kullandırmak yerine, Fate gücünüzü daha hızlı doldurmak için değişik varyasyonlar kullanmaya itiyor. Sağlık ve mana barlarınızın hemen arasında yer alan Fate gücünü doldurduğunuzda X’e basılı tutarak Fate Shift gücünüzü kullanarak hem zamanı yavaşlatıp, hem çılgın hasar verdiğiniz, hem de birbirinden vahşi özel ataklarla adeta “Fatality” şovuna çıktığınız bu mod, özellikle çok güçlü düşmanlara karşı kullanacağınız bir numaralı panik atak tuşunuz olacak. Demosunu ilk oynadığımda dövüş sistemiyle ilgili tek sıkıntım kameranın saçmalaması olmuştu, neyse ki tam sürümünde çoğu zaman kamera karakterden uzaklaşarak oldukça geniş bir açıya yerleşiyor ki, hem etrafınızda olup biteni rahat rahat görüyor, hem de ona göre taktiklerinizi rahat rahat kurabiliyorsunuz. Neredeyse kusursuz bir aksiyon sistemiyle 38 Studios, RYO oyunlarında da sağlam bir aksiyona girilebileceğinin kanıtını veriyor bizlere…
ROL YAPMAK YA DA YAPMAMAK… İŞTE BÜTÜN MESELE BU
Gelelim rol yapma kısmına. Reckoning daha açılış sahnesinden itibaren sağlam bir hikâyeyle geldiğini belli ediyor adeta. Nasıl öldüğü belli olmayan bir ceset olarak Gnome’ların yaptığı canlandırma deneylerinin sonucunda Well of Souls’a atılıp da etrafımıza istiflenmiş tonla cesedin arasında uyandığımız andan itibaren hikâyenin nereye gideceği sorusu beni yakalamayı başardı doğrusu. Ana hikâye bu açıdan gayet güzel şekilde ilerliyor. Bir yandan önceki hayatınızı örten gizem perdesini aralamaya çabalarken, bir yandan da peşinizden gelen koca bir Tuatha ordusunu ve onları kontrol eden Gadflow’u durdurmanız da söz konusu.
Tabii ana hikâye sürekli bu tempoda ilerlemesin diye araya çeşni olarak katılan tonlarca yan görev de kolay kolay peşimizi bırakmıyor. Özellikle de fraksiyon görev dizileri, en az ana hikâye kadar çekici işlenmiş ve sizi kolayca kendine bağlayıp bir anda saatlerinizi yiyebiliyor. Üstelik bu görev dizilerini bitirdiğinizde kazandığınız ödüllerin de gayet tatmin edici olduğunu hesaba katınca, o harcadığınız sürenin hakkını da fazlasıyla alıyorsunuz. Ana hikâye ve fraksiyon görevleri dışındaki irili ufaklı hikâyeler de genel olarak hayli ilginç ve değişik olsa da, bir yerden sonra görmezden gelemeyeceğiniz bir sorun oluşturuyorlar maalesef: Ana göreve odaklanmanızı engelliyorlar.
Yan görevleri yapmasam da olur, sorun değil diyorsanız sizin için bir eksi olmayabilir, ancak eğer herşeyi göreyim, herşeyi tamamlayayım diyorsanız size şimdiden kolay gelsin. Zira oyunun yapımcılar tarafından tüm ana ve ara görevleri yapılarak en hızlı şekilde tamamlanabilme süresi 200 saat! Ben de herşeyi bitireyim, göreyim modunda oynayıp da daha bir arpa boyu yol gidemeden 100 saati devirdiğimi farkedince incelemeyi yetiştirmek adına biraz daha acele edip, ileri bölgelerde bolca yan görev atlayarak 150 saat civarında anca bitirebildim oyunu. Bu süreler gözünüzü o kadar da korkutmasın ama, sadece ana göreve odaklanarak, 20 saat gibi bir süre içerisinde bitirmek de mümkün senaryoyu.
Oyunun neresine odaklanırsanız odaklanın, farkedeceğiniz bir diğer şey Reckoning’in geçtiği dünyanın gerçekten de tam bir altın madeni olduğu. Oyun boyunca o kadar çok detay, o kadar çok bilgiyle karşılaşıyorsunuz ki, hepsini bir anda sindirmeniz zor olabilir. Sağda solda bulduğunuz Lorestone’ların anlattığı hikâyeler, o dünyanın havasını soludukça yavaş yavaş öğrendiğiniz mitolojik efsaneler ve başlı başına bir muamma olan Fae ırkı derken, Reckoning’in gerçekten de oyunun birbirinden farklı ve hayli şişkin katmanlarının farkına daha iyi varıyorsunuz. Zaten R. A. Salvatore’un oyunun evreni için binlerce yıllık bir tarihi oturup da en baştan yazması, 38 Studios’un detaylara ne kadar önem verdiğinin de bir göstergesi aynı zamanda.
Rol yapma oyunlarının baş tacı olan karakter geliştirme konusunda da yine yüzümüzü güldürüyor Reckoning. Hem karakterimizin “Kader”in etkisinden kopmuş oluşu, hem de çok kesin çizgiler yerine olabildiğince esnek şekilde geliştirilebilmesi hikâyeye ve oyuna çok güzel yedirilmiş. Oyunun başından “sen savaşçısın/büyücüsün!” diye bizi yaftalamak yerine “sen ne istersen osun!” şeklinde seçim yapabilmemizi sağlaması ve seçimlerimizin arasına “e) hepsi” seçeneğini de eklemesiyle gerçekten çok renkli karakterler yaratmak mümkün. Üstelik sınıfınızı tamamen değiştirmek için tek yapmanız gereken bir Fateweaver bularak özelliklerinizi sıfırlatmak olduğundan, oyuna Finesse/Might olarak başlayıp, oyunun istediğiniz noktasında komple Sorcery’ye ya da Sorcery/Finesse/Might melezine bürünmeniz gerçekten çok kolay. Ha, tabii bu gibi durumlar için elinizin altında diğer sınıflara ait eşyalardan da olması akıllıca olur. Ama gerek yok, baştan toplarım gerekirse diyorsanız da elinizdeki tüm fazlalık eşyaları satmaya girişmek yerine bir kısmını da “Salvage” için kenarda tutsanız iyi olur.
KoA: Reckoning’de hoşuma giden bir detay da, Blacksmithing kasmaya niyetlenirseniz üretmek istediğiniz eşya için önce bir kalıba ihtiyaç duymanız. Göğüs zırhı yapacaksanız önce elinizdeki istediğiniz türden bir göğüs zırhını parçalayıp kalıbını çıkarttıktan sonra yenisini elinizdeki malzemelerle yapacaksınız. Yine aynı şey silahlar için de geçerli, eğer elinizde bir hançer kalıbı, kabzası vs yoksa o istediğiniz hançeri yapmanız mümkün değil. Bu da klasik RYO’larda bulunan “bütün büyülü olmayan eşyaları satalım!” mantığını yıkarak büyülü olmayan eşyaların da bir işe yaramasını sağlıyor. Üstüne bir de Blacksmithing yeteneğinizi biraz daha geliştirdiğinizde yarattığınız eşyalara çok güçlü kristaller de ekleyebilmeye başlıyorsunuz ki, çoğu zaman elinize geçen eşyaların tümünden güçlü oluyor yarattığınız şeyler. Zaten oyunun bağımlılık yaratan bir diğer yanı da tüm bu eşya avında neredeyse bir Diablo seviyesinde bağımlılık yaratması. Sürekli daha iyisini bulmak, daha iyisini yapmak için içinizdeki eşya canavarına oynuyor yani Reckoning.
Öve öve bitiremiyorum belki, ama tabii ki 38 Studios’un da oyunu yaparken aksadığı noktalar var. Bahsettiğim gibi ara görevlerin ağırlığı altında ezilip ana hikâyeden kopmak, ya da bazı animasyon kopuklukları gibi can sıkıcı yanlar, neyse ki oyunun zirveye çıkan diğer özelliklerinin yanında devede kulak kalıyor. Kingdoms of Amalur: Reckoning’in aslında önümüzdeki yıl çıkacak olan DVO’ya ön hazırlık olarak tasarlanmış, (her ne kadar ayrı ayrı her biri çok tecrübeli olsalar da) 38 Studios’un ilk oyunu olduğunu hesaba katarsak gayet sağlam ve başarılı bir iş çıkarttığını söylemekte sakınca yok. Canınız Skyrim’den sonra şöyle açık dünyada geçen, uzun saatler boyunca sizi başına bağlayacak bir oyun arıyorsa kader yollarınızı KoA: Reckoning ile kesiştirmek üzere olabilir.
Bizi yıllardır takip eden okurlarımız (tabii aynı zamanda hafızası kuvvetli olanlar) için yukarıdaki cümleler tanıdık gelmiş olabilir. Bu inceleme Can’ın orijinal Kingdoms of Amalur için yazdığı incelemeydi. Re-Reckoning, orijinal oyunun neredeyse tıpkısının aynısı ve burada anlatılan her şey aynı şekilde yeni oyunda da yer aldığı Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok diyerek incelemenin aynısını kullanmaya, böylece yeni oyunculara Kingdom of Amalur’u detaylıca tanıtmaya karar verdim. Yazının bundan sonrasıysa başta da söylediğim gibi Re-Reckoning eksenli olacak ve nihai not da ikisinin bir karışımı olacak. Merak edenler için Can zamanında oyuna 8.8 vermişti.
Ben Kingdoms of Amalur ilk çıktığında oyuna yüz saatten fazla süre gömmüştüm. Bu sürenin sorumlusu da Can’ın da anlattığı gibi oyunun tam bir yan görev manyağı olmasından kaynaklıydı. Bu sefer dedim ki yan görevlere pek bulaşma, ana görevler üzerinden ilerle, neler değişmiş gör, çok da zaman harcama. Tabii işler hiç de beklediğim gibi olmadı, lanet olsun ki kendimi yine “şu yan görevi de yapmalısın, şunu da bitirmeden bölge değiştirmemelisin, herkese yardım etmelisin” derken buldum. Bir oyunun bunu yaptırabilmesi kötü bir şey mi? Tabii ki değil. Sonuçta hele bir de ayda yılda bir oyun alıyorsanız sizi 100-200 saat götürecek bir oyunu alıp başınızın üstüne koymanız lazım. Ama bir yandan da sanki insan psikolojik olarak kendisini görev temizlemek zorunda hissediyor ve bir anda görev defterini dolduran 20 görev de bu işi hiç kolaylaştırmıyor. Neyse…
Yeni özelliklere gelirsek aslında Re-Reckoning’in pek de özenli bir remaster olmadığını itiraf etmek lazım. Bir kere grafikler öyle ahım şahım değil, eskisinin upscale edilmiş versiyonu çoğunlukla. Yani doku kalitelerinin pek yükseltilmiş olmasını beklemeyin. Hatta ben ana ekranda acaba hata mı yaptım, çözünürlüğüm 2560×1440 değil mi diyerek monitörden kontrol etmek zorunda kaldım, gayet de düşük çözünürlüklü görünüyordu çünkü. Evet karakter modelleri genel olarak daha yumuşak hatlara sahip ve renkler biraz daha canlılaşmış, ama doku bakımından fark edilen değişim çok fazla yok. Kaiko’nun (remasterı geliştiren ekip) paylaştığı bir ayak resmi vardı, “eski versiyonda adamımızın ayağı vs yeni versiyonda adamımızın ayağı” diye ama durumu kurtarmıyor bu kadarı. Yani size iki versiyonu arka arkaya açsam, hangisinin yeni, hangisinin eski olduğunu karıştırma ihtimaliniz var diyeyim, siz anlayın.
Remaster ile gelen en iyi özellik düşmanların da bizim levelimize göre güçlenmesi olmuş. Böylece ne düşük levelle yanlış bir yerlere girip küfrede küfrede çıkıyor, ne de çok güçlendik diye tek vuruşta ölen düşmanlar yüzünden keyfimiz kaçıyor. Zorluk seviyesi oldukça kıvamında ilerliyor, hatta oyuna bir de Çok Zor seviye eklemişler isteyenler için.
Re-Reckoning, oyunun orijinal iki DLC’si The Legend of Dead Kel ve Teeth of Naros’u da içinde bulunduruyor. Hatta ilk kasabadaki Special Delivery sandığı içerisinde (normalde içinde DLC ile gelen eşyalar olurdu) tam 63 parça eşya var ve bunların arasında Mass Effect zırhı da var 🙂
Bunun dışında oynanışa olumlu etki eden, ama bu etkiyi çok bariz göremediğiniz bazı değişiklikler de mevcut. Örneğin düşen eşyalar biraz daha sizin yetenek seçimlerinize meyilli oluyor, yani Rogue build yaptıysanız o sınıfa yönelik eşyalar biraz daha ağırlık basmaya başlıyor. Ayrıca bir süre iyi bir şey düşmezse arkaplandaki ‘şans arttırıcı algoritma’ devreye girerek daha iyi bir şeyler düşmesini sağlıyor.
Re-Reckoning’in bazı kötü huyları da yok değil, oyunun çok da başarılı bir optimizasyon geçirdiğini söyleyemeyeceğim. Bazı yerlerde anlamsız biçimde fps düşmesi olabiliyor ki sistemim en azından bu oyunda böyle bir şeyi normalde yaşatmamalı. Orijinal oyunun 120 fps verdiği yerlerde anlık da olsa 50’lere falan düşmek pek de hoş olmuyor açıkçası.
Bunun dışında envanterde hayatı gerçekten kolaylaştırabilecek yenilikler olmasını isterdim. Zindanın ortasında envanter dolunca tek tuşla birkaç eşyayı atabilmek yerine eşyaları tek tek önce Junk’a atıp, oradan silmek gerekmesi gereksiz bir yük. Yani QQL dediğimiz yaşam kalitesini arttıran şeyleri bu remaster’da görmek maalesef mümkün değil.
Tüm bunlara rağmen Kingdoms of Amalur, hala daha kendini oynatan, hem de öyle 3-5 saat değil, yüz saat oynatan bir aksiyon RYO. Sadece ana hikayesi bile sizi 35-40 saat ekrana bağlar, yan görevleri saymıyorum bile. İstediğiniz an sınıf değiştirebilme, farklı kaderler ve yetenekler deneyebilme, tüm yeteneklerinizi sıfırlayıp baştan şekillendirebilme gibi özellikler bir noktadan sonra pişmanlık yaşayıp karaktere ısınamama sorununun da önüne geçiyor mesela. Bu yüzden de aksiyon RYO türüyle yeni yeni tanışan oyuncular için de inanılmaz ideal bir oyun. E kadrosundaki isimleri de zaten yukarıda okudunuz.
Sonuç olarak Can orijinal oyuna 8.8 vermişti demiştim ya, ben de bu remaster versiyonunda bir tam puandan fazlasını kıracak ve puanı 7.5’a indireceğim. Eğer grafik ve optimizasyon açısından beklenen sıçrayışı yapabilseydi, o zaman notum hiç düşünmeden 9 olurdu – Eser
İkinci Görüş – İpek Hani bazen bir oyun arayışı içine girersiniz, “dünyasına dalıp gerçek hayattan soyutlanacağım bir oyun olsa” dersiniz ya, hah işte Kingdoms of Amalur bu arayışı tam olarak karşılayacak bir dünyaya sahip. Merak uyandırıcı hikâyesi, iyi yazılmış diyalogları, canlı ve renkli dünyası, savaş sistemi, zibilyon tane eşya, her yandan fırlayan görevler ve devasa bir harita ile içinde kaybolup günlük dertlerinizi unutacağınız bir oyun. Ama günlük dertleri unutup bu sefer görev derdine düşebilirsiniz tabii. Zira “her görevi yapmalıyım” gibi oyuncular arasında yaygın görülen bir takıntıdan mustaripseniz, oyun oldukça yorucu bir hale geliyor. Remastered hali ise bende biraz hayal kırıklığı yarattı ne yalan söyleyeyim. Grafiksel anlamda orijinal oyun ile arasında neredeyse hiçbir fark olmadığı için “ben doğru versiyonu mu oynuyorum” dedim ilk başta. Üstüne üstlük bug’lar, çökmeler ve ani FPS düşüşleri derken, teknik anlamda da ciddi sorunları var. Ha gelen değişiklikler fena değil ama, ben daha iyi bir remastered beklerdim açıkçası. Yine de sonuç olarak bu oyuna puanım 7,5 olur. İlk çıktığı dönemde Alduin’in dev kanatlarının gölgesinde kalıp hak ettiği değeri göremedi maalesef. Şimdi yeniden bir şans verilmeyi fazlasıyla hak ediyor. |